“Ortak Akıl” buluşmaları çok olumlu.

Röportaj: İzmir Dayanışma Gönüllüleri, Haluk TEKELİ

İzmir Dayanışma Gönüllüleri tam bir sivil hareket. Covid-19 dönemiyle birlikte İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Kriz Komitesi’ndeki STK’lardan birisiniz. Hareketinizi kısaca tanıtır mısınız?

Haluk TEKELİ: Biz İzmir’de yaşayan, uzunca süreden beri birbirini tanıyan, 1999 Gölcük depremi başta olmak üzere çeşitli toplumsal sorunlar karşısında bir arada çözüm üretmeye çalışmış bir grup insanız. Hepiniz gibi koronavirüs salgınının yıkıcı sonuçları ortaya çıkınca önce kendimize, sonra birbirimize “ne yapmalıyız” sorusunu yönelttik. Öncelikle “İzmir’e ve Yerel Yönetimlere Çağrımız” başlıklı metni oluşturup e-posta aracılığıyla imzaya açarken eş zamanlı olarak “İzmir Dayanışma Gönüllüleri” adıyla sosyal medya hesapları oluşturduk ve çağrımızı bu mecralarda yayımladık. Dayanışma Gönüllüleri girişimini ilk başlatan kişiler olarak bizler kendimizi bu ilk çalışmaların sürdürülebilmesi için gerekli olan kolaylaştırıcı bir grup olarak tanımlıyoruz. Çağrı metnine cevap veren herkesle aynı kaygıları paylaşan, insanı insan kılan ortak değerleri taşıyan ve bu amaç için bir arada hızlıca bir şeyler yapmaya çalışan, “dayanışma yaşamdır” diyen gönüllüleriz.

Büyükşehir belediyesi deprem sürecini de yine kriz masası eliyle koordine etti, ediyor. İzmir Dayanışma Gönüllüleri bu süreçte nasıl bir katılım sağladı?

Haluk TEKELİ: Biz depremin hemen ardından gönüllü arkadaşlarımızın verdikleri bilgi doğrultusunda öncelikle enkaz içinde yaşam savaşı veren insanlarımız için sosyal medya aracılığıyla duyurular yayımladık. İDG Gönüllüsü arkadaşlarımız zaten görevleri gereği sahada yer aldı. Kriz yönetimi koordinasyonu, katılımcı bir afet yönetimi politikası açısından önemli bir yapı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer pandemiden bu yana devam eden “ortak akıl”ın bu süreçte de devreye girmesi konusunda olumlu tutum aldı. Bu toplantılarda afet yönetimi konusundaki düşünceler paylaşıldı. İDG olarak biz bu sürece katılan, birlikte hareket ettiğimiz kişilerin ve kurumların taleplerini ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaya çalıştık. Birlikte hareket ettiğimiz Kadınlar Birlikte Güçlü inisiyatifi’nin kadınlara ve çocuklara yönelik önceliklerini öne çıkardık. Yine ulaşımın kilitlendiği noktada devreye giren BİSUDER’li bisikletçi arkadaşlarımızın ihtiyaç sahiplerine bağlanmasına yardımcı olmaya çalıştık. Bu deprem bizi dışarıdan değil, içeriden vurdu. Yine kriz masasında birlikte olduğumuz meslek odalarına bağlı avukat, doktor arkadaşlarımızı ve onların yakınlarını yitirdik. Enkaz altından sağ çıkan dostlarımızla maddi-manevi birlikte olmaya çalıştık. Bize ulaşan maddi yardım taleplerini İBB tarafından düzenlenen “Halkın Bakkalı” yardım seçeneklerine yönlendirdik. Yine aynı şekilde kira desteği kampanyası başlayınca bize ulaşan yardım önerilerini oraya yönlendirdik. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yardım kampanyalarına destek olduk, yaygınlaştırmaya çalıştık.

Merkezi yönetimin yerel yönetimle bir rekabet görüntüsü oluştu. Sahaya nasıl yansıdı? Zorluklar yaşandı mı?

Haluk TEKELİ: Merkezi hükümetle yerel yönetimin farklı siyasal bakış açısı doğal olarak sürecin başlangıcında ciddi karmaşa yarattı. Ancak bu karmaşa bir rekabet yaklaşımından ziyade afet yönetimi konusunda yetersizlik nedeniyle ortaya çıktı. Bu kadar acı yaşayan, depremle büyük darbeler alan ülkemizde konunun gerektirdiği uzmanlığın, donanımın ve yetkinliğin olmadığını gördük. Akut dönem olan ilk 48 saatte temel ihtiyaç maddelerinin sağlanması bu nedenle aksadı. Bazı yerlerde destek olağanüstü fazla, bazı yerlerde istenen düzeyde olamadı. Bu yetmediği gibi merkezi yönetim özellikle İzmirli meslek odalarının destek taleplerine, süreci birlikte götürme önerilerine uzak durdu. İnşaat Mühendisleri Odası devre dışı bırakılmak istendi. Covid-19 koşullarında yaşanan depremde İzmir Tabip Odası işin içine dahil edilmedi, önerileri ve uyarıları dikkate alınmadı. Hükümet bu süreci kendi kadrolarıyla ve parti tabanıyla birlikte taşıma niyetinde. İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni işin dışında tutmaya çalıştığı gibi belediye tarafından yapılan çalışmalarda da yer almıyor. En son İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği “İzmir Depremi Ortak Akıl” buluşmasına ne bakanlık ne valilik, ne Çevre İl Müdürlüğü ne de İzmir Üniversiteleri katıldı.

Enkazın kalkmasıyla medyanın ilgisi azaldı. Oysa süreç asıl şimdi başlıyor. Bundan sonraki süreç için bir planlama var mı?

Haluk TEKELİ: Ulusal medyada ilgi azalması özellikle enkaz altından çıkan kahramanlık öykülerinin sona ermesiyle olabilir, ancak İzmir’de yaşayanlar açısından durum böyle değil. Akut dönem sonrasında planlama hem merkezi hükümet hem de yerel yönetim açısından öncelikle çadır kentlerde yaşayan yurttaşlarımızın pandemi ve kış koşullarını sağlıklı geçirecekleri konutlara yerleştirme olarak görülüyor. Yaşanan bütün deprem deneyimleri zaman içinde ateşin düştüğü yeri yaktığını, ilk 15 günden sonra genel desteğin düştüğünü işaret ediyor. Bizim de içinde yer aldığımız İzmir Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde oluşturulan kriz masası, bütün yurttaşların asgari yaşam koşulları sağlanıncaya kadar sürecin tamamlanmayacağının farkında. Bütün kurumlar bunun organize edilmesi, denetlenmesi ve sağlıklı yürütülmesi adına sorumluluk taşıyor. Bundan sonra sorunların daha da derinleşeceğinin işaretleri ortaya çıkmaya başladı. İzmir halkı yeni yeni kendine geliyor ve evlerini kontrol eden her yurttaş depremin yıkmadığı ama az, orta, ağır hasar verdiği binalarda oturmaya devam ettikleri gerçeğiyle yüz yüze. Kentte en çok iş yapan firmalar, nakliye şirketleri. Dayanıklı olduğu söylenen semtlerdeki konutların ve Deprem Yönetmeliği’nden sonra yapılan binaların fiyatları olağandışı olmaya başladı. Kendi dairesinin sağlam olduğunu düşünenler yaşadıkları binanın diğer katlarında, temelde, yan binalarda doğrudan can güvenliklerini tehdit eden hasarlarla yeni karşılaşmaya başladı.

İzmir depremi deneyimi için saptamalarınız nedir?

Haluk TEKELİ: Biz bir afet yaşadık. Bu gücü yüksek, ancak etkisi ve sonuçları görece düşük olan sonuçlar yarattı. Depremin kentte doğrudan aldığı tek bir can yok. Bütün kayıplar depreme dayanıklı olmayan ve alüvyon arazilerde yapılan binalarda yaşamanın bedeli oldu. İlk anlarda yollar tıkandı, hasarlı yerlere ulaşılamadı, tsunami yaşanan Seferihisar yönüne doğru da büyük bir araç hareketliliği oldu. İzmir’in deprem sonrası için üzerinde çalışılmış, tatbikatlar yapılmış, kurumların ve yurttaşların ne yapacağını belirleyen bir eylem planı olmadığı anlaşıldı. Bu eksikliğin aldığımız dersler ışığında ivedilikle giderilmesi gerekiyor. 1999 Gölcük depremiyle kıyasladığımızda son derece sınırlı yıkım yaratan bir afetle karşılaştık, toplam 10.000 civarında kişi etkilendi. Merkezi ve yerel yönetimler açısından müdahale edilmesi görece kolay bir ölçek bu.

Dolayısıyla yurttaşların dayanışmasına ihtiyaç kalmadan vergileri toplayan, kamu kaynaklarını dilediğince kullanan merkezi yönetimin üstesinden gelebileceği bir sorun niteliğindeydi bu deprem. Özellikle ilk günlerde gelen yardımları tasnif edecek, dağıtacak, planlama yapacak bir organizasyon becerisi olmadığı görüldü. Herkes yiyecek, içecek taşıyınca açık büfe bolluğu ortaya çıktı, ama insanların tuvalet, duş, çamaşırhane gibi temel
hijyen ihtiyaçları sadece belediye tarafından karşılandı. AFAD’ın gündeminde böyle bir konu olmadı. Kentte kamu yönetiminin ve yurttaşların böyle bir sürece hazır olmadığını da gördük. Başta söylediğimiz deprem eylem planı önümüzdeki günlerde mutlaka yapılmalı. Medyanın ilgisi fazla olunca arama kurtarma çalışmalarının yapıldığı binalar başta olmak üzere depremin etkilediği bölge şov alanına dönüştü. Çok sayıda binada farklı düzeylerde hasar var ve hasarlı bina sayısı her gün artıyor, yıl sonuna kadar ancak hasar tespiti yapılabilir. Deprem sonrası için çıkartılabilecek daha çok ders var, fakat asıl önemli olan deprem öncesi. İzmir’in depreme hazırlanması konusunun ivedilikle ele alınıp katılımcı bir süreçle tamamlanması gerekiyor. Geçmişte yapılmış çalışmalar güncellenerek bilimsel temelli, kapsamlı önerilerin ve uygulamaların geliştirilmesiyle rahat edebileceğiz. Bu konuda İzmir Büyükşehir Belediyesi öncülük yapmaya hazır gözüküyor. Umarız bu kararlılık devam eder.